Şenol Güneş, Milli Takım’dan ayrılışıyla ilgili, “Yüzüme ayrıl demediler, Azerbaycan’dan haber yolladılar. Güneş batmasın diye doğuya gittim. Güneşi batırmaya çalıştılar, ama görüyorsunuz batıramadılar” dedi.
“Küçükken güneşin denizde ufuk çizgisinden kaybolmasına çok üzülürdüm. Güneş’in suya batacağını ve bir daha hiç çıkmayacağını sanırdım. Büyüdüm, öğrendim, deneyim kazandım, dünyayı ve insanları tanıdım. Şimdi her batışında ertesi sabah doğudan yeni umutlarla yükseleceğini biliyorum”..
Trabzonspor’un ve Türk futbolunun unutulmaz isimlerinden Şenol Güneş 45 yıllık birikimi, sevinç ve hüzünleriyle bugün çok daha hoşgörülü bakıyor yaşama.
Geçmişin muhasebesini yaparken sakin, kendinden emin. Edinimlerinin, yarınlar için yol gösterici olduğunu söyleyecek kadar açık yürekli.
Hırslı, araştırmacı ve hâlâ ilk günkü gibi heyecanlı.
Yaklaşık iki yıl süren Seul macerasından sonra döndüğü Trabzon’da kendisinden ne beklendiğinin farkında. Neler verebileceğinin de tabii.
Konu futbol, Milli Takım ve Trabzonspor olunca söyleyeceği çok şey olduğunu gördük Şenol Hocanın.
İşte o söyleşinden çarpıcı başlıklar:
“Milli Takım’dan başlayalım hocam. 48 yıl aradan sonra A Milli Takımı Dünya Şampiyonası’na götüren ve üçüncüsü yapan teknik adam olarak böyle bir başarıya ulaşacağına inanıyor muydunuz?”
- “Yaptığınız bir şeyi istemek daha kolay oluyor. Çocukken birşeyler elde etmek duygusu vardı içimde. Farklı olma hayallerim vardı. Hava atmak değil, üretmek peşindeydim. Hep farklı bir şey yapmayı düşündüm. Ama şöyle bir başarı olacak, bunu elde edeceğim diye düşüncem yoktu. Dünya Kupası’nda ne olacağını bilmiyordum doğrusu. Niyetlerimle isteklerim örtüştü. Hırsımı belli etmem, ama hırslı olduğumu iyi biliyorum. Futbolcularımla çok iyi bir ekip oluşturduk ve başarıya ulaştık.”
“Görev yaptığınız süre içinde saçınız, giyiminiz, tarzınız eleştiri konusu oldu. Bunlara üzüldünüz mü?”-“Ben yaşamın içinden geldim. Hakkımda çeşitli yakıştırmalar yapanlar o sözcüklerin anlamını yeni öğreniyorlardı. Ben onların anlamını yaşayarak büyüdüm. 15 yaşında ailenin reisi idim. Bugünlere atama ile gelmedim. Hem okuyor hem futbol oynuyordum. Küçük bir kentte, dar sokaklar arasında büyüyen bir insan olarak hayallerim fazla idi. Mesela karşımdaki deniz beni hep bir yere bağlardı, gemi beni başka bir kente götürürdü. Oyuncu iken en iyi giyinen futbolcu idim, teknik direktör olunca en kötü giyinen oldum. Bu bir bakış açısı. Benimle ilgili sorun yok. İstanbul’da bir berberim vardı, saçımı eleştirdiler. Ama ne gariptir o gün beni eleştirenler şimdi aynı berbere gidiyorlar.”
“2002 Dünya, 2003 Konfederasyon Kupası üçüncülüğünden sonra 2004 yılında Milli Takım’dan ayrılmak zorunda kaldınız”.
-“2004 yılı. Benim için en büyük olumsuzluk buydu, başarısızlık. İngiltere’yi elimizden kaçırmak bizi etkiledi. Moral bozukluğu ile Letonya maçına çıktık. Letonya’yı bir engel olarak görmedik ve gidemedik Avrupa Şampiyonası’na. Sorumlusu benim. Şamarı orada yedim zaten. Yalnız kaldım.”
“Ayrılış şekliniz peki?”
- “Ben ayrılmayı hiç doğru bulmadım. Sezon sonu mukavelem bitiyordu. Taraflar oturup konuşmalıydık. Görevde olan insana istifa sorulur mu? Ama Türkiye’de bu soruluyor. Bir tarafın öte tarafa oyun yapması iş ahlakına aykırıdır. İki taraf açısından da böyle. O gün de bu gün de aynı fikirdeyim. Yüzüme ayrıl diyemediler. Gittiler Azerbaycan’a, oradan haber yolladılar. Bu hatayı yapanları affetmiyorum. Bana nasıl yaptın demediler. Niçin yaptın dediler. Aslında zararı bana değil, temel yapıya verdiler. Bunu aşmak lazım. Futbolun etik değerleri kollanarak karar verilmeli. Medeni bir ayrılık olmalı”.
“Fatih Terim’in ayrılışı da sizinkinin benzeri oldu galiba.”
-“Fatih hocanın ayrılışı da böyle. Yanlış. Haksızlık bu. İki senelik yeni sözleşme yapılmıştı. Aynı yönetim, aynı hoca sözleşmeyi uzatıyorlar sonra ortaya böyle bir durum çıkıyor. Aslına bakarsanız Fatih hoca da hatalı davrandı. O zaman bu durumu sorgulamak lazım. Terim büyük işler yaptı, ama bu şekil ayrılık doğru olmadı. Milli Takım ve Türk futbolu zarar gördü.”
“Futbol Federasyonu, A Milli Takım için yabancı bir teknik adam düşünüyor. Türk bir teknik adam yapamaz mıydı bu işi?”
-“Ben bile milli takım antrenörlüğünü yaptığıma göre herkes yapar diyorum.(gülüyor). Niye yabancı arandığını bilmiyorum. Bana sorarsanız Türk olmalı. Olmadığı zaman bunu bir kaos haline getirmek doğru değil. O takım gelen antrenörün değil, Türkiye’nin. Yabancı da gelse bizim takım. Ona yardımcı olmamız lazım. Ancak bu süreçte Türk antrenörünü tartışmaya açmak da yanlış oldu. Bunun da hesabı sorulmalı.”
“Yeniden A Milli Takım’ın başına gelmek ister misiniz?”
-“Şu anda kesinlikle istemem. İleride olur mu bilinmez. Trabzon’da çalışmayı düşünmüyordum, bir anda burada buldum kendimi. Tatile gidiyordum buraya geldim. Yarın ne olacağı belli olmaz. Sizin dışınızda gelişen pekçok olay var. Kaleciliğin bana en önemli katkısı her türlü hamleye hazırlıklı olmayı öğretti. Kontripiyede kalmayacaksın.”
“Seul macerasını nasıl değerlendiriyorsunuz”.
-“Seul’de sabır, saygı ve sevginin kutsallığını gördüm. Örf ve adetlerine bağlılıklarına tanık oldum. Hem ülkemi temsil ettim, hem hoşgörünün ne denli önemli olduğu konusundaki fikirlerimi güçlendirdim. Şunu söylemeliyim. Doğu her zaman aydınlıktır. Güneş batmasın diye doğuya gittim. Güneşi batırmaya çalıştılar ama görüyorsunuz batıramadılar. Ben batmadım.”
‘Fabrikanın dumanı tütmeli’
“1995-96 sezonundaki 2-1’lik Fenerbahçe yenilgisi sonrası kaçan şampiyonluk sizi çok mu üzdü?”
-“Berabere kalsak da, şampiyon olacaktık. Doğru işler yaptığım maçı kaybettim. Kazanabilirdik de. Adam ne diyor ‘Hücum etti o yüzden yenildik’. Neye göre? Skoru nasıl koruyacaktık. Defansta kalarak mı? O zaman gol yemeyecek miydik? Yanlış yaptığımı düşünmüyorum. Elbette kaçan şampiyonluğa üzüldüm. Ancak yaptıklarımın 15 yıl sonra anlaşıldığını düşünüyorum. 82 puan aldım, Fenerbahçe 84. Beş-on puan, benim hatamdan kaybettik diyelim, demek ki 104 puan toplayamadık. Bu yüzden kusura bakmasınlar. Saha sonuçları ve şampiyonluk amaçtır, hedef değildir. O gün yapmak istediğimiz şey borçlu kulübü borçtan kurtarıp iyi futbol oynayarak zirveye tırmanmaktı. Bunun önemli bölümünü başardık. Futbolcuların değeri arttı. Bir maç kaybedince yaptığın herşey yanlış oluyor.”
“Bu sezon gerçek hedefiniz nedir?”
-“İki hedefimiz var. İlki ve en önemlisi kupa şampiyonluğu. Futbolcularıma bana istek ve yeteneğinizi gösterin, ona göre hedef belirleyeceğim dedim. Onlardan aldığım sinyal olumlu. Kupada sonuna kadar gideceğimize inanıyorum. Açık söyleyelim, ligde şampiyonluk uzak hedef. İlk üçe girmek başarıdır. Herkesin beğenisini kazanan bir futbol oynamak istiyoruz. Gelecek yıl hedefimizi büyültebiliriz. Trabzon büyük caimadır. İyi takım olmayabiliriz, ama büyük camiayız. 25 yıl şampiyonluk görmemiş takım olmasına rağmen bu istek ve heyecan Trabzon camiasının büyüklüğünü gösterir.
Diyelim ki bu yıl şampiyon olduk. Seneye takviye yapmayacak mıyız? 20-30 milyon euro harcayacağız. Sonra? Sonrası zor. Doğru işler yaparak başarılı olmalısın. Şampiyon olalım, borç yapalım sonrasına bakarız mantığı ile yürünmez. Kulüpler maalesef bu yolda. Sonra devlet borçları affetsin. Türkiye’de futbolcu da, teknik adam da vergisini ödemeli. İnsanlar vergi dairesinin yolunu öğrenince işler düzelir”.
“Tekke işinin gerçek yüzü nedir?”-“Fatih ile konuştum. O da, ben de, yönetim de gelmesini istiyordu. Belki birkaç kişi istememiş olabilir. Beni de istemeyen vardır, bu normal. Fatih Terim’i de isteyen, istemeyen var. Tekke’ye 2 milyon euro vermemiz gerekiyordu. Bu aşamada doğru bulmadım. Fatih’e dedim, olursa şimdi olacak. Olmazsa sene sonu zaten bonservis bedelin yok. Fakat sonra yapılan konuşmalar doğru olmadı. Buna rağmen her zaman kapımız açık. O tartışmasız Trabzonspor’ludur. Fatih’in takımımda olmasını isterim. Bir sıkıntısı varsa bana gelebilmeli. Ama biz de istersek onu alabilmeliyiz. Türkiye’ye gelecekse Trabzonspor’a gelsin. Ağabeylik yapsın arkadaşlarına”.
“Trabzonspor geçmişte futbolcu fabrikası idi. Fabrika iflas mı etti?”
“Bu konu önceliklerim arasında. Ağabeylerimizi de bu işin içine sokarak yeni proje geliştireceğiz. Üniversiteleri de dahil etmek lazım. Önce kulüpte, sonra şehirde, ardından bölgesel anlamda uygulanacak plan hazırlayacağız. Bu fabrikanın dumanı tütmeli. Tüttüreceğiz. Takım sayısı arttı bölgede, ama futbol kalitesi artmadı. Hep geriye gittik, yatırım yok.”
‘Kaleci yalnızdır’
“Kaleci olmanız rastlantı mıydı?”-“Doğrusunu söylemek gerekirse kaleci olmak istememiştim. Sokak arasında top oynarken, mahalle arası maçlarda ağabeyim forvetti beni kaleye geçirirdi. Erdoğdu Gençlik’te futbola başladıktan sonra bu yolun değişmeyeceğini gördüm. İsteyerek olmadım, ama iyi oynayınca devam etmek zorunda kaldım. Kaleci yalnız adamdır. Forması, oyun alanı farklıdır. Herkes size arkasını döner. 20 sene yaptım, ama çok başarılı olduğumu söyleyemem. Çünkü eğitim alarak yetişmedim, oynaya oynaya öğrendim. Bizim zamanımızda kaleciler aptal olur, kafası çalışmaz derlerdi.
‘TEOFİLO ALIŞACAK’
“Teofilo yararlı olacak mı?”
- “İyi futbolcu, zamanla alışacak. Takımda her zaman yeri var. Forveti ikileyebilirim. Ancak bu sistemin oturması için zaman gerekli. Bize katkısı olacak. Umut’un da kendini geliştirmesi gelebileceği en iyi seviyeye çıkmak için çaba göstermesi gerek. İstek var, yetenek de var. İkisi bir arada yükselecek.”
‘EN İYİSİ RÜŞTÜ’
“Türkiye’de iyi kaleci yetişmiyor gibi bir düşünce var, katılıyor musunuz. Size göre son dönemlerin en iyi kalecisi kim?”
-“Türkiye’de kalecilik gerilemedi. Futbolun katılım ve yatırım boyutu azaldı. Futbol değişti. Türkiye’nin şu an en iyi kalecisi tartışmasız Rüştü’dür. Geçmiş dönemler de dahil. Rüştü kolay gelmedi o noktaya. Hem kişilik hem yetenek açısından en iyisidir. Volkan da iyi bir kaleci, ama Rüştü’nün gerisinde. Dünya kupası onun zirve yaptığı noktadır. Kalecilik zorlaştı artık. Benim fizik olarak özelliklerim yetersizdi, ama tekniğim ile açığımı kapatmaya çalıştım. Çok başarılı olduğumu söyleyemem.”
Maraton.com.tr'den alıntıdır.